İnsanoğlunu bütün canlılar içerisinde daha özel kılan bazı özelliklerini bilirsiniz:
düşünme kabiliyeti, el baş parmağını kullanma becerisi...
Bilim insanları artık insanın eşsiz bir kabiliyeti daha bulunduğunu düşünüyor:
Duygusal gözyaşları (Emotional tears).
Modern dönemde Darwin’in tartışmaya yol açan sözleriyle araştırmalara konu olan gözyaşı sadece insana ait bir özellik olmasa da duygusal gözyaşı diye adlandırılan özellik sadece insana ait gibi görünüyor.
Peki bu özelliğin insan yaşamında fonksiyonu nedir?
Öncelikle gözyaşının tanımı ve embriyolojik önemine değinelim. Vücudumuzun ürettiği gözyaşı 3 başlıkta incelenir:
Bazal (devamlı), refleksif ve duygusal gözyaşı.
Bazal gözyaşları, belli bir düzeyde devamlı salgılanır ve göz sağlığı için olmazsa olmazdır. Refleksif gözyaşları, herhangi bir irritan göze temas ettiğinde gözü korur -mesela bir soğan kesilirken havaya salınan metionin ve sistein gazlarına karşı koruması gibi-.
Bugün gözyaşında 60 farklı protein bulunduğu ve bunların bazılarının immunoglobulin ailesinden olduğu bilinmektedir. Bu iki tip gözyaşı bütün omurgalı canlılarda gözyaşı bezleri tarafından üretilir.
Şimdi gelelim duygusal gözyaşına. İnsan her yaşta ağlar, eğer bu durum yaşamın duygu yüklü anlarında gerçekleşiyorsa duygusal gözyaşı meydana gelir.
Önceleri bilim insanı, atalarımızın göz enfeksiyonu gibi görüşü kısıtlayan bir hastalığa yakalanıp yardıma ihtiyaç olduğunun bir ifadesi olarak bu mekanizmanın geliştiğini iddia etmiş. Başka bir çalışmada üzerinde durulan ve daha akla yatan diğer mekanizma ise şöyle: Korneadaki duyu reseptörleri sadece kimyasal uyaranlardan değil göz kaslarının güçlü kasılmaları aracılığıyla mekanik uyarılarla -esneme, gülme, kusma gibi- da uyarılıyor ve gözyaşı üretimini sağlıyor olabilir.
Çeşitli edebi eserler hatta belgeseller bazı hayvanların da yaşamın duygu yüklü anlarında ağlayabildiğini öne sürmüştür. Uluslararası literatürde bulunan ‘Timsah gözyaşları’ deyimi, gaddar ve güçlü olan timsahın kurbanlarının ardından ağlaması ironisine işaret eder. Fakat konu üzerinde uzmanlarca yapılan sistematik çalışmalarda hayvanların ağladığına dair tek bir gözlem bile bulunmamıştır. Dolayısıyla böyle bir gözlem mevcutsa bile sıra dışı bir örnek olacağından bu davranışın insana özgü olmadığını göstermez.
Ünlü İngiliz biyolog Darwin (1809-1882), The Expression of Emotions in Man and Animals kitabında gözyaşının yukarıda bahsettiğimiz (koruyucu) fonksiyonlarını vurgulamış ve eklemiştir: “Ağlamayı (duygusal gözyaşlarını) parlak ışığa karşı retinanın tepkisi olarak yani tesadüfî ve amaçsız bir sonuç olarak görmeliyiz.” Bu iddia sonraki yüzyıla bir tartışmayı miras bıraktı. Bu iddianın tersine, son yıllarda gözyaşının önemli fonksiyonları olduğu yönünde yapılan çalışmalar önem kazandı. Bu fonksiyonlar genel olarak kişinin kendi üzerine ve çevresi üzerine olan etkileri şeklinde 2 sınıfa ayrılabilir.
Sıkıntı ve stres anlarında ortaya çıkan duygusal gözyaşlarının belki de en güzel örneği bebek ağlamasıdır. Bebeğin dikkatleri üzerine çekerek bir nevi kendini ifade etmesini sağlar ki bilindiği gibi memeli canlılar için anne bakımı olmazsa olmaz önemdedir. Bu gözyaşının insanın çevresi üzerine olan etki sınıflandırmasına girecektir. Diğer bir örnek ise araştırmalarda sık gözyaşı döken insanların çevresi tarafından daha samimi fakat daha az yetkili göründüğünü, fakat bir erkeğin ağlamasının daha zayıf bir kişilik görünümü verdiğini ortaya koymuştur ki bu negatif bir etki sayılabilir.
Ağlamanın kişinin kendi üzerinde etkileri de mevcuttur. 1985 yılında Frey isimli araştırmacı bir biyokimyasal analiz yapıp gözyaşının böbreğe benzer bir görev üstlendiğini, yani vücudun atık ürün ve stres hormonlarını uzaklaştırdığını iddia etti. Fakat geçen yıllar boyunca bu çalışma doğrulanmadı. Diğer bir tahmin ise gözyaşı bezinin endorfin ve oksitosin gibi stres hormonlarının endojen olarak salınımından sorumlu olması. Bununla ilişkili olarak klinik çalışmalar ağlamanın tansiyonu azalttığını göstermiştir ve bazı psikiyatristler ağlamayı bir terapi olarak düşünmektedir
Eyyüp Selim