Akşam Sefası

Akşam Sefası

O sabah eski bir tramvayda anladım her şeyi. Kendimi bulduğumu sanırken nasıl kaybettiğimi, kaybettiğimizi. Hepimiz nesneleri altın kafeslere koyup, öznelerimizi kaybetmiştik.

Kuş yastıklardan başımızı ayırıp kiremit kaplı baba pervazlarımızdan gün yüzüne çıkarken yolun çıkıntılarını ezberleyen ayaklarımız bizi her gün sessizce durağa getirirdi. Hepimizi nedensiz yaşamak yorardı. Adımlarımız bile mazeret arardı. Sabah o yokuşta birini beklemiyorsak yokuşun ne anlamı kalırdı.

Nazenin fakat vakur bedenlerimiz yüzleri birbirine dönük koltuklarda ‘normallik’ oyunları oynardık. Cam kenarında oturmanın bile zevkini alamaz, ya buradan çıkamam da durağım geçer korkularıyla o yolu kendimize dar edip vaktinden önce kalkardık nasıl olgunlaşmadan koparıldığımız, hayat oyununda bize verilen rolleri beğenmeyip oyundan erken ayrıldığımız gibi. Muhabbetin en tatlı yerinde muhakkak biri arar işimiz çıkardı. Erguvan görme umuduyla çıktığımız yolda hazan rüzgarları içimizi dağlardı.

“Ah kimselerin vakti yok, durup ince şeyleri anlamaya” derdi Gülten ablamız. Ama biz hiç durmaz, sonunda kadirşinas birinin bizi farketmesini istediğimiz, ortalama olmaya direnen insanlardan oluverirdik, üstelik bunu koca bir iş sanıp muhtelif gazetelerde boy boy fotoğraflarımız basılsın isterdik. O mühim(!) işlerimiz için sürekli bir yerlere yetişmeye çalışır o sırada bedenlerimizden fışkıran heveslerimize buna değeceğine inandırıldığımız masalları meddah gibi papağanca tekrarlardık.

Hepimiz özlerdik ama kimi olduğunu bilmezdik. İsmini bile bilmediğimiz duraklardan sonsuzluğa açılan diyarlara gitmek isterdik. Önümüzde bir ton begonya, biz gider akşam sefasını bulurduk, onun için Ahmet Haşim olurduk.

Sabah kalkıp yola çıkardık, yol yoktu. Menzilsiz gitmenin ağır yükünü derinden hisseder, ara sokaklarda tanımadığımız birini ararken kendimizi kaybederdik. Ne zaman ‘normallik’ oyununa tahammülümüz kalmadığında kendimizi yeşiller içinde bulup renklerimizi hatırlayıp öznemize kavuşurduk. Fakat bu sonunda münzevi olma hali, bizim en korkulu tasavvurumuzdu.

Korkup kaçarak rolümüze geri bürünüp ikinci perdeye yetişirdik. Ve bütün alkışları öznesi olmayan biz toplardık, hayat manasını az evvel kuşlara vermiş, tek gidişlik biletini paltosunun yakasından usulca çıkararak vapurun güvertesine atlayıp eski bize el sallayan biz...

 

Emine Bayram

 

Bloga dön