Çocuk olmak... Ya da hep çocuk kalabilmek... Hayatta sahip olunabilecek en güzel şeydir bence. Derdin tasanın insana uğramadığı, uğrasa da sorun olmadığı dönemdir çocukluk ya da tek derdimizin ebelemece oynarken yere düşmek, saklambaçta sobelenmek, istediğimiz oyuncağın alınmaması olduğu günler. Sanki bunların dünyanın en büyük so- runu olduğu günler. Henüz gerçek derdin ne olduğunu bilmediğimiz veya en güzel ve en masum dertlere sahip olduğumuz günler. Hayatımızdaki en özel, en güzel ve en masum günler. En ufak bir şeyden bile mutlu olduğumuz için bu kadar güzeldir, en acımasız gerçeklerden bihaber kaldığımız için bu kadar ma- sumdur belki de. Henüz minik ellerimize hayatın kiri bulaşmadığı, küçük omuzlarımıza yaşamın ve yaşamanın sorumluluğu binmediği için delicesine mutluyuzdur. Gece yastığa baş koyduğumuzda hiçbir şey düşünmeden direkt tatlı rüyalara dalabildiğimiz için en huzurluyuzdur. Ağlarken birden gözyaşımızı silip aniden gülmeye başladığımız için içtenizdir. Kısacası umudumuzu hiçbir zaman kaybetmediğimiz için çocuğuzdur.
Bunları kaybetmemek için çocuk kalmak istemez miyiz zaten? Büyüdükçe geçmişe takılı kalmak istemez miyiz? Yaşlandıkça bu yüzden çocuklaşmaz mıyız? Bence bu soruların cevabı çocuklukta gizlidir. Çocukken bunlara farkında olmadan sahibizdir ve bunların değerinin paha biçilemez olduğundan bi- haberizdir. Hep büyümek isteriz o zaman da. Büyük olmak ilgi çekici gelir gözümüze. Sanırız ki büyüdüğümüzde daha mutlu bir insan olacağız, şu ankinden daha huzurlu günler geçireceğiz. Bilemeyiz ki biz büyüdükçe gülüşlerimizin azaldığını, anlayamayız ki gözyaşlarımızın arttığını, hesap edemeyiz ki yükümüzün ağırlaştığını ve kabul etmek istemeyiz ki gerçek yaşamın şimdiki hayal dünyasından daha güzel olmadığını. Boyumuz uzayıp o en üst rafa babamız yardım etmeden ulaştığımızda, kelimelerin anlamını artık annemize sormadığımızda, birileri bize artık abla ya da ağabey demeye başladığında gerçekten büyüdüğümüzü ve bütün meselelerin hallolacağını düşünürüz. Hâlbuki bunları yapamamak daha güzeldir bence: Banyodaki aynaya parmak uçlarımızın üzerinde bile yetişememek, sokakta oynarken akşam ezanı okunduğunda camdan annemiz ya da babamız seslendiğinde bir dakika daha oynayabilmek için yalvarmak ve eve geldiğimizde annemizin üstümüzü pislettiğimiz için kızmasından korkmak... Bunlar bütün hayatımız boyunca sahip olabileceğimiz en tatlı ve en küçük sorunlardır. Masum bir bakışın, belki yanında da ufak bir özür dilemenin affedilmek için yetip de arttığı sorunlardır. Hiçbir sorunun beş dakikadan fazla sürmediği zamanlardır.
Bir de çocukken, büyükken beceremediğimiz bazı özelliklerimiz vardır: Mesela cesur olmak gibi, candan olmak gibi, gerçek olmak gibi... Gerçek olmak nedir ya da gerçekten gerçek olmak diye bir şey var mıdır? Önce bunun cevabını aramalıyız. Bence vardır. Çünkü bana göre bu özellik insana doğuştan gelir ve yapay olmak insanın büyüdükçe çevresinden edindiği bir şeydir. Çocuklar da bu yüzden gerçektir zaten, henüz sahtenin ne olduğunu bilmedikleri için.
Çocukken kandırmak olarak bildiğimiz tek şey masum şakalar, saklamak olarak bildiğimiz tek şey ise minik ellerimizle gizleyip arkamıza sakladığımız ufak eşyalardı. Sınıf ayrımı yoktu örneğin.
Zengin-fakir, güzel-çirkin, ırk, dil ayrımı yoktu. Sen- ben, ayrı gayrı yoktu. Biz vardı. Her geleni alırdık aramıza. Düşünmezdik şimdiki gibi hayatımıza girenlerin bize zarar verip vermeyeceğini. Çünkü bilirdik onla- rın da bizim gibi olduğunu. Çünkü bilirdik bir çocukta gerçek kötülüğün barınamayacağını. Gerçek olmanın cevabı tam olarak budur bence.
Hayal kurmanın sınırsız olduğu zamandır çocukluk. Gerçek olamayacak şeylerin bile hayallerini kurarız. Hayalin sınırı yoktur bir çocuk için. Çocukken, bu hayallerin gerçek olamayacağını bilsek de sadece düşünmek bile mutluluk verir bize. Belki bu hayal gücü küçükken gece yatarken dinlediğimiz masallardan belki de izlediğimiz çizgi filmlerden gelir bize. Çocuk- ken her şeyi tadımlık değil de doyasıya yaşadığımız için çok mutluyuzdur belki de: Hıçkıra hıçkıra ağladığımız, küçük dilimiz görünene kadar güldüğümüz için; canımız çıkana kadar oynadığımız, kalbimiz ta- şana kadar sevdiğimiz için. Çünkü büyüdüğümüzde hayatı bu kadar dolu dolu yaşamaya ya zamanımızdır yoktur ya halimiz ya da belki de artık yeterince sevgimiz... Acaba hep çocuk kalabilmenin bir yolu var mıdır? Yani hep mutlu olabilmenin? Eğer hayat da bir oyunsa ya da büyüdüğümüzde de aslında fark etmeden küçük oyunlar oynuyorsak belki oyunu- muza sadece oyuncaklarımızla devam ettiğimiz için mutlu kalamıyoruzdur. Yani oyun arkadaşlarımızı yitirdiğimiz için. Çocukken böyle değildir. Etrafımızdaki insanları yitirdiğimizde onları geri kazanmak için ve mutlu edebilmek için her şeyi yaparız. Çünkü henüz kibir denen şeyin ne olduğunu bilmeyiz. Bilsek de anlamayız. Anlasak da gereksiz gelir, ona bir anlam yükleyemediğimiz için. Hayatımızın anlamı olan değerleri, değersiz kılacak hiçbir şeyi fark etmeden de olsa kabullenmeyiz.
Kısacası çocukluk insanın kötülükle yoğurulmadığı, samimiyetsizlikle kavrulmadığı ve en önemlisi de sevgisizlikle cezalandırılıp mutsuzluğa mahkum edilmediği en saf ve en güzel haldir. Çocukluktan çıkarılabilecek en büyük ders de mutlu etmek ve mutlu kalabilmektir bence. Çünkü bir çocuğa öğretilebilecek en güzel şey mutlu olmaktır ya da en azından ufak bir tebessüm edebilmek...
Elif Sena Ulucan