İnsan dört tarafı kendi ördüğü duvarlarla çevrili, başına gelebilecek en basit durumların felaket senar- yolarını kafasında yazıp oynayan ve yaşamsal fonksiyonları gerçekleştiren en büyük yapı birimi. Kendimize duvarlar ördüğümüz doğru, o duvarları besleyip açan çiçekleri soldurduğumuz da. Her gece kendimize ‘bundan sonra değişeceğimiz, kendimiz için iyi şeyler yapacağımız’ nutuklarını atarak kendimizi inandırıp sabah hiç bir şey olmamış gibi rutin hayatımıza devam ederek de kendimizi her gün her hafta bir fiil öldürüyoruz ve bence bu da suç ve ceza kanununda yazmalı. Peki sizce bunu neden yapıyoruz kendimize? Planlar yapmak, hayatımızı düzene sokma fikri belli ki hepimizin hoşuna gidiyor. Sonra ne oluyor da bu anlık arzularımız, kendimize verdiğimiz gazlar sabah olunca puf oluyor. Belli ki ilkokul hocamızın ailemize söylediği minik ya- lan gibi hepimiz ‘zekiyiz ama çalışmıyoruz, çabalamıyoruz’. Yani fikirlerimiz enginler dolusuyken sabah içme suyumuzda boğuluyoruz. Burada kendinize her gün defalarca söylediğiniz şeyleri söylemeyeceğim. Albert Camus yıllar önce söylemiş. Demek ki yıllardır insanların bazısı kabuğunda kaldı, kimisi kozasını yırtıp kelebeğe dönüştü. Ve kabuğumuzda kaldığımız sürece kendimizi hiç değiştirmeyip kendimizi gerçekleştirmediğimiz sürece mutsuz sıradan hayatlarımızdan kurtulamayacağız.
“Prensiplerine bağlı kalmayı mutluluğa yeğleyenler, kendilerini şartladıkları koşullar dışında mutlu olmayı da reddederler.” demiş Camus. Demek ki eskiden insanlar yeni, farklı şeyler söyleyebiliyorlarmış. Günümüzde kimse yeni bir şey yazmıyor, her yer eskiye ve birbirine benzeyen yapıtlarla dolu. Kimse yeni bir şey söylemeye cesaret edemiyor belki de. Fakat Nazım Hikmetler, Orhan Veliler bize bunları mı öğretti? Şimdilerde herkes şiir yazıyor, sosyal medya hesaplarında paylaşıyorlar veya sokak duvarlarında. Evet şimdi şiir sokakta ama hiç elimizde, evimizde, zihnimizde değil. Herkes yazıyor, kimse okumuyor çünkü. Bu ülke bu dünya böyle ne kadar gider bilinmez. Tek bildiğimiz okumamız gerektiği, dışarıya sürekli kendini kanıtlamaya çalışır- mışcasına konuşan cehaletimizi susturana kadar.
Eskiden insanlar birbirlerine ömürlerindeki en değerli şeyi hediye ederlermiş: saat, bir kol saati. Böylece insanlar zamanlarını planlayarak kullanırlarmış, yani birbirlerine yaşam verirlermiş. Şimdilerde saate bakmak için elimize aldığımız telefonlarda kaybettiğimiz zamanın haddi yok, saate bakmak haricinde her şeyi yapı- yoruz. Artık bize telefon verilerek yaşamımız elimizden alınıyor. Nuri Efendi’ye göre işlemeyen, kırılmış, bo- zulmuş bir saat hastalanmış bir insana benzerdi. Tabiatında mazurdu. Fakat ayarsız bir saatin hiç bir mazereti yoktu. Evet elimizde teknolojinin binlerce nimeti ve uçsuz bucaksız kitaplarımız varken bizim de mazeretimiz yok. Bu beyhude ömrünü ne ile geçirdin dediklerinde ‘ördüğüm duvarlar içinde telefonumla’ demememiz dileğiyle...
Emine Bayram