Diaspora Sinemasında Kimlik İnşası: Fatih Akın’ın “Kısa ve Acısız” Filminin İncelenmesi

Diaspora Sinemasında Kimlik İnşası: Fatih Akın’ın “Kısa ve Acısız” Filminin İncelenmesi

Kısa ve Acısız filmi, Fatih Akın’ın 1998 yapımı ilk uzun metraj filmidir. Film, Türk, Yunan ve Sırp arkadaşların etrafında dönmektedir. Hapishaneden çıkan Cebrail taksicilikle ilgilenmektedir fakat Sırp arkadaşı Bobby’nin Arnavut mafya ile iletişime geçmesi sonucunda gelişen sonuçlarla ilintilidir. Filmin ana karakterleri Sven ve Alice haricinde Almanları göçmenlerden soyutlanmaktadır. Moorti’nin film analizleriyle benzerlik kurmak gerekirse, Almanya sokakları tekinsiz olarak diyasporik bakış açısından resmedilir. Ayrıca, Naficy de diyasfora sinemasında gidilen yerlerin klostrofobik olarak gösterildiğine işaret eder. Bu filmde de, gece çekimlerinin ağırlıklı derecede kullanılması, yakın plan,  omuz ve diz plan çekimlerinin kullanılarak karakterlerin kadrajla sınırlandırılmaları yahut gündüz çekimlerinde kentin işlek olmayan yerlerinin tercih edilmesi mekan kullanımında Naficy’nin klostrofobik benzetmesini akla getirmektedir (Naficy, 2001: 290).

Diyasforik filmlerin özellikleri arasında melezliklerin kurulması ve kültürler arası köprünün kurulması mevcuttur. Bu bağlamda, Kısa ve Acısız filminde gidilen kültürü de yadsımayacak şekilde ama diğer yandan karakterlerin geldikleri kültürü de yansıtmaktadır. Karakterler, Almanya’daki diğer göçmenlerle etkileşim halindedirler. Karakterlerin yeraltından seçilmiş olmaları da, egemen Alman toplumu tarafından itilmiş kakılmış kişiler olduklarını da göstermektedir. Bu bağlamda Akbulut’un, Fatih Akın Sineması üzerine yazdığı makalede de işaret ettiği üzere “outsider” hikayesi bu filmde anlatılmaktadır.

Filmde, Paul Connerton’ın işaret ettiği üzere kimlik inşasında ve kimliklerin kemikleşmesinde törenler, ritüeller rol oynamaktadır. Filmin başlangıcında geleneksel Türk düğününün gösterilmesi, Almanya’da Türklerin kendi kültürlerini devam ettirerek kendi kimliklerini sürdürdüklerini göstermektedir. Ayrıca, düğün salonunun deposunda Tarkan afişlerinin olması da düğün salonunun da Türklere ait olduğunu ima etmekle birlikte aidiyet kurmalarını da sağlamaktadır. Karakterlerin din ile kurdukları bağ da film içerisinde incelenmesi gereken öteki bir husustur. Cebrail ve ailesi İslam dininin gerekliliklerini yerine getirmektedirler. Hem camiide namaz hem de filmin sonunda Cebrail, Türkiye’ye gitmeye hazırlanırken babasının: “Sabah namazını beraber kılsak olmaz mı? Filmler bittiği gibi bu hayat da biter.”, demesi üzerine babasıyla beraber namaz kılarlar. Sabah namazının kılınması da Cebrail’in kendi kimliğine, anavatandan taşıdığı kimliğe doğru attığı adımlar arasında sayılabilir. Öte yandan, filmin diğer karakterlerinden Costa’nın postaneden bir haç kalıp boynuna takması da iki karakterin dini inançları üzerinden de kendi kimliklerini inşa etmelerini göstermektedir.

Ayrıca, Cebrail’in kız kardeşi Ceyda’nın arkadaşı Alice ile Kısmet adlı takı dükkanları bulunmaktadır. Alice ile Ceyda, hapisten çıkan Cebrail’e düğünde Phurba adlı Budist bir takı hediye ederler. Phurba, Alice’e göre “kişiyi felaketten kurtarıp aydınlığa doğru sürükler.” Phurba’nın işlevi bir anlamda Türk kültüründeki muskayla benzerlik göstermektedir.

Filmin, göçmen ve ulusötesi sinemaya ait olması da hem Türk kültürünün hem de gidilen kültürün çeşitli yollarla melezlendiğini görmekle mümkündür. Tim Bergfelder’in (2005) makalesinde ifade ettiği üzere ulusötesi sinemada sahip olunan kültür ve oraya gidilen kültürün melezlenmesi ile popüler sinemanın trüklerinden faydalanılmaktadır. Filmin hem Martin Scorsese’nin gangster filmlerine biçimsel açıdan, mafyaları konu alması açısından göndermelerde bulunması hem de Yeşilçam melodramlarına benzer bir şekilde karakterin hapishaneden çıkıp hayata karışmaya çalışması, intikam anlatısına sahip olması ve bir anlamda tekinsiz gösterilmesi, Arnavutların olumsuzlanması, Türk ezgilerinin Almanca rap ile batı ezgileriyle melezlenmesi söz konusudur. Zira yönetmen, Martin Scorsese’ye filmin teşekkür kısmında ismen yer vermiştir. Bu anlamda melez bir anlatıya da sahiptir.  Buna ek olarak filmde Sezen Aksu’nun “Davet” ve “Kavaklar” şarkısının eşlik etmesi ve Costa’nın iki defa bir Yunanca beste söylemesi de sözlü kültürün, müziğin kullanımının kimlik inşası ve diaspora kültüründeki önemini de imlemektedir.

Moorti, kendi makalesinde diasporik imgenin vahşi milliyetçilikle ve mitsel geçmişe duyulan özleme sarılmadan da anavatanla bağ kurulabileceğini ifade eder. Ayrıca yazarın diyasporik optik diye tarif ettiği bakışların politikası hususunda karakterleri stereotiplerden azade bir şekilde, şeyleştirmeden farklı ulusları bir arada temsiller Kısa ve Acısız filminde mevcuttur.

Bunların yanı sıra, Almanya’nın ağırlıklı olarak gece çekimlerine yer verilmesi, hızlı pan hareketleri, el kamerasıyla dolly çekimlerine, yakın çekimlere yer verilmesi de karakterlerin sıkışmışlığını da göstermektedir. Moorti’nin işaret ettiği diasporik imge vasıtasıyla, Almanya, egemen Alman bakışından ziyade diaspora sineması içerisinde Cebrail, Costa ve Bobby’nin yaşantılarının yansımaları şeklinde göçmenlerin perspektifiyle şekillenmektedir.

Diğer Fatih Akın filmlerinde de görüleceği üzere, bu filmde de ana karakterin güneye yolculuk isteği, Türkiye’ye gitme isteği vardır. Cebrail’in Almanya’da ve hapishanede yaşadığı soğukluk, mesafeden kurtulup denize doğru, sahil taraflarında yaşayabileceği, yaşam dolu bir yerde yaşama isteği ağır basmaktadır. Zira, filmin iki yerinde nehir / gölü gösteren sahil çekimlerinin gerçekleştiği anlarda karakterlerin kendi duygularını ifade edebildikleri, Ceyda’nın Costa’dan ayrılmak istemesi ve Costa’nın Cebrail ve Bobby’nin yanında ağlaması yahut Bobby öldürüldükten sonra Cebrail ile Costa’nın tekrar aynı sahil kenarında oturmaları da deniz / göl / nehir imgesinin “ev” olarak imlemektedir. Buna karşın, filmin son sahnesindeki namaz sahnesiyle bağlandığı zaman ikincil olarak da olsa Cebrail’in motivasyonun ardında aidiyet ve anavatana yolculuk arzusu da hissedilmektedir.

Sonuç olarak Kısa ve Acısız filminde, hem anlatı içerisinde hem de yönetmenin kendi yansımaları bakımından diyasporik kimlik inşası söz konusudur.

Yüksel Enes Altınok

 

Yüksel Enes Altınok kimdir?

Yüksel Enes Altınok, 2 Ocak 1997 tarihinde Ankara’da dünyaya gelmiştir. Çocukluk ve ergenlik yıllarını Berlin ve Bursa’da geçiren yazarın, 2011 yılında izlediği Martin Scorsese yapımı Taksi Şoförü filmiyle sinemaya tutkusu başlamış ve 2015-2019 yılları arasında Yeditepe Üniversitesi Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü’nde okumasını sağlamıştır. Öğrencilik yıllarında arkadaşlarıyla Preminger Kalem Dairesi adlı sanat blogu açan Altınok, serbest yazarlık yapmakla birlikte 2022 yılından beri İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde araştırma görevlisi olarak çalışmaktadır.

Bloga dön